İzlemeye Değer

Sinefilleri bir araya getiren sineblog!

Yi Yi (2000)

3 min read

Modern şehir hayatının tam ortasında sıkışıp kalan bir ailenin hikayesi.

Edward Yang bu filmde Tayvan’ın başkenti Taipei’de yaşayan Jian ailesi üzerinden modern şehir hayatına ufak pencereler açıyor. Seyirciyi Jian ailesinin gündelik yaşamı içine atıyor. “Yi Yi” tek tek anlamına gelmektedir ve bu film, adında da olduğu gibi bu ailedeki karakterlere birer birer odaklanıp izleyicinin onların kesişim noktalarını yakalamasını bekliyor. Bu karakterler; hayatı olağan akışına bırakmış ve duygularını çok uzun zaman önce kilitlemiş bir baba, hayatı tam anlamıyla yaşayamadığını düşünen bir anne, dünyanın kendi kafasındakinden farklı olduğunu yeni yeni anlayan ve hayal kırıklığına uğrayan bir kız kardeş ve hayatın birçok noktasını onlardan daha iyi yakalayan küçük bir çocuktan oluşuyor. Onları çarpık ilişkileri olan komşular, akrabalar ve acıyı, kızgınlığı yücelten arkadaşlar destekliyor.

Film bir düğün ile başlar ve bir cenaze ile sona erer, bu Yang’ın doğum-ölüm, mutluluk-hüzün, huzur-korku gibi zıtlıklara göz kırptığı bir nokta olarak düşünülebilir. Film, bazen zamanın akışına uymamız gerektiğini, dünyanın bizim anladığımız ve görebildiğimizden çok daha fazlası olduğunu anlatıyor. Evin küçük üyesi Yang-Yang’ın şu repliği: “Baba, gerçeğin sadece yarısını mı bilebiliriz? Sadece önümü görebilirim, arkamda olanları göremem.” anlatıyı en masum gözden seyirciye sunuyor. Bir insanın yaşamı boyunca kurabileceği ilişkilerin üç aşaması baba, abla ve küçük çocuğun yaşları üzerinden gösterilmeye çalışılıyor. Filme göre insanların iletişim kurma ihtiyacının temeli göremediklerimizi, düşünemediklerimizi başkaları üzerinden anlama dürtüsüdür. Yang-Yang’ın yüzme öğrenmeye çalıştığı sahne bu dürtünün çok küçük yaşlarda ortaya çıktığını gösteriyor. İletişimin nedeni ve yöntemi burada iç içe geçiyor. Karşıdakinin gözlerinden görebilmek için iletişim kurmak istiyoruz fakat bunun sağlanması için de onun gördüğü dünyayı anlamamız gerekiyor. Baba NJ’nin ilk aşkı Sherry bu dengeyi sağlayamadığı için onun dünyasında sığınacak bir yer bulamıyor.

Min-Min: “Ona her gün aynı şeyleri söylüyorum. Sabah ne yaptığımı, öğlen ne yaptığımı ve akşam ne yaptığımı ve bu bir dakika sürüyor. Nasıl böyle olabilir? Bomboş bir hayat.”
NJ: “Açıkçası çok az da olsa, emin olduğum şey bugünlerde olanlar. Neredeyse hiçbir şey hakkında kendimi emin hissedemeden kalkıyorum. Ve merak ediyorum, neden uyanıyorum? Aynı belirsizliklerle tekrar tekrar karşılaşmak için mi? Benim yerimde olsan uyanmak ister miydin?”
Bu replikler düzenin mi düzensizliğin mi ruhsal bunalımı kaçınılmaz yaptığını izleyiciye sorgulatıyor.
“Sen burada yokken gençliğimi yaşamak için bir fırsat geçti elime. İlk önce her şeyi farklı kılabileceğimi düşündüm fakat her şey aynıydı ya da çok farklı değildi. Birden ikinci bir şans versem bile buna gerek olmadığını anladım.”

Bu replik ise kişinin içinde kalan şeylerin gerçekleşmesinin mutlu olmaya yetip etmeyeceğini düşündürüyor.

Dünyanın işleyişi ve bireyin doğruları arasında sıkışıp kalan bir yerde huzuru arayan bir aileyi üç saat boyunca gözlemlememize olanak sağlayan bu film Tayvan Yeni Dalgası’nın önemli ismi Edward Yang’a 2000 yılında Cannes’da “En İyi Yönetmen” ödülünü kazandırdı. Film, her izleyicinin bir noktada kendinden bir şeyler yakalamasını sağlıyor ve izleyiciye adeta bir seyir şöleni sunuyor.

Yazar Hakkında

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İzlemeye Değer © Tüm hakları saklıdır ve tüm yazılardan yazarları sorumludur. | Newsphere by AF themes.