The Neon Demon Film Analizi
3 min read
Danimarkalı film yönetmeni, senarist ve yapımcı Nicolas Winding Refn, en çok Cannes’da en iyi yönetmen ödülünü kazandığı Drive filmiyle tanınsa da, 2016 Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan The Neon Demon filmiyle de dikkat çekmişti. Psikolojik korku filmi The Neon Demon’da Elle Fanning, Karl Glusman, Jena Malone, Bella Heathcode, Abbey Lee, Desmond Harrington, Christina Hendricks ve Keanu Reeves gibi oyuncular rol alıyor. Film, ailesini kaybettikten sonra Los Angeles’a gelen 16 yaşındaki Jesse’in modellik yapmaya başlayarak moda endüstrisine giriş macerasına odaklanıyor.
Bir psikolojik korku filmi olmasına rağmen, The Neon Demon bana oldukça satirik bir modern peri masalı gibi gelmişti. Ana karakter Jesse, fetişize edilmiş modern bir prenses gibi, abartılı özellikleri olan biri. Endüstrideki herkesten farklı olarak doğal bir güzellik, doğal sarı saçları, estetiksiz bir burnu var. Genç, ince ve masum. Ayrıca film boyunca korunmaya muhtaç ve pasif biri, bazen odasına vahşi bir hayvan giriyor, bazen kaldığı otelde saldırıya uğramaktan son anda kurtuluyor.
Diğer taraftan, filmdeki diğer kadın karakterler, model Gigi ve Sarah ile makyöz Ruby, pek çok yönden Jesse’in zıttı kişiliklere sahip. “Bionic kadın” Sarah, güzelliğini estetiklerine borçlu, Gigi dikkat çekemeyen sıradan bir model, Ruby ise bu iki modeli manipüle eden, masumiyetten uzak, aktif bir karakter. Eğer Jesse bu hikayenin prensesiyse, bu üç karakteri de bu hikayenin cadıları olarak niteleyebiliriz.
Ayrıca, filmdeki bütün erkekler, amatör fotoğrafçı olan ve Jesse ile yakınlaşan Dean, modacı Roberto Sarno, profesyonel fotoğrafçı Jack, ve otel sahibi Hank, Jesse’e güzel bir objeymiş gibi yaklaşıyor. Aslında, bahsettiğim bu modern masal, tıpkı geleneksel masallar gibi eril bakış açısıyla kurgulanmış, ancak bu kez stereo-tipik ve abartılı karakterlerle satirik bir şekilde işleniyor. Dean’in bu masalın prensi olmasına izin verilmediği gibi, Hank’in masalın kötüsü olmasına da izin verilmiyor. Film, erkek karakterleri geri planda bırakıp, daha çok kadınlığın ikili karşıtlıklarına odaklanılıyor, prenses ya da cadı, masum ya da suçlu, güzel ya da çirkin, yapay ya da doğal, genç ya da yaşlı olmak gibi.
Filmdeki bir diğer önemli tema, Jesse’in her zaman bakılan ve gözetlenen kişi olması. Görünür olmanın görünür olmayana, yani Jesse’in diğer modellere bir üstünlük kurduğu açık. Ancak, gözetleyenin de gözetlenenden daha güçlü olduğu izleyiciye hatırlatılıyor. Öyle ki hem diegesisteki birçok kamera, hem de Nicolas Winding Refn’in kamerası tarafından görüntülenen Jesse, film boyunca bakılan ve görüntülenen pasif bir obje, ya da cadılar tarafından gerçek anlamda tüketilen bir et yığını. Jesse komik sayılabilecek şekilde abartılı şiddet tasvirleriyle bezenen klişe cadı ritüelleriyle yok edildikten sonra, eril bakışın sembolü olan kamera anlatının sahibi olduğu için film devam ediyor. Gigi’nin “görünen” olarak Jesse’in yerini aldığını görüyoruz, ancak akıllardan çıkmayacak kusma sahnesi, görüntüleyene karşı pasif bir obje olmanın zorluğunu sembolik bir anlatımla özetliyor. Yine de, Gigi’nin midesinden çıkan gözü Sarah mideye indiriyor ve bitmez tükenmez bir döngüye girdiğimizi anlıyoruz.
Özetlemek gerekirse, The Neon Demon farklı yorumlara çok açık bir film, çünkü çok zengin bir anlatısı var. Bence kadın düşmanı stereo-tipleri, kadın düşmanı anlatıları ve endüstrileri abartılı komedi unsurlarına dönüştürerek sembolik bir anlatımla eleştiren bir film. Bu nedenden dolayı anlatılan Neon Şeytan’ın Jesse, Ruby ya da bir kadın olmadığını, daha çok erkek egemen bir toplum tarafından yaratılmış kadınlık olduğunu söyleyebilirim.
Diğer fim eleştirilerimize buradan ulaşabilirsiniz.