Kurtarılmış bir bölge: Finzi Continilerin Bahçesi
6 min read
Yıl 1938, faşizm Almanya’da yükselirken; Mussolini de Hitler’in uyguladığı ‘ırk yasalarını’ uygulamaya başlıyor. Bu da Yahudilerin çalışmalarını, okumalarını, iş yapmalarını hatta bir tenis kortu veya halk kütüphanesini kullanmalarını bile kısıtlıyor. Faşizmin yayıldığı bu havada, biz İtalya’nın Ferrara şehrinde, Finzi Continilerin Bahçesi ‘ne konuk oluyoruz. Ama ne bahçe… İtalya’da hayat Yahudiler için giderek zorlaşırken Yahudi asıllı Finzi Continileri faşizmin soğuk gerçekliğinden uzak tutan, her şey geçene kadar bekleyebilecekleri kurtarılmış bir bölge. Ama tarihteki tüm kurtarılmış bölge anlatıları gibi, bu bahçe de reddettiği dünyanın politik koşulları içinde ayakta kalamayacak.
Bölgenin en varlıklı ve aristokrat Yahudi ailelerinden biri olan Continilerin Micol ve Alberto adlarında iki çocuğu var. İki kardeş zamanının büyük kısmını arkadaşlarıyla partilerde ya da tenis oynayarak geçiriyorlar. Dünyanın karmaşasından uzakta, bu cennet bahçede, Finzi Continilerin Bahçesi ‘nde, her şey yolunda gitmektedir. Film başladığında, ırkçı kanunların sertliği kahramanlarımız için önemsiz görünüyor. Bir grup üniversite öğrencisi güneşli bir günde bisiklet sürerek Ferrara’daki huzuru temsil eden açılış sahnesinde gülüşüyor. Kahramanlar kendi içsel bunalımlarını ve aşklarını yaşarken, başlarına neler gelebileceğinin film boyunca farkında değiller.
O sıralarda; Mussolini’nin Faşist hükümeti, tenis kulüplerinin İtalyan Yahudileri için yasak olduğunu ilan ediyor. Ama, Finzi Contini ailesini nesiller boyu sadık bir şekilde koruyan bu yüksek taş duvarların ardında bunun ne önemi var?
Finzi Contini ailesinin kızı Micol misafirlerini karşılayıp onları bahçede minik bir tura çıkardığında da aynen bunu anlatıyor: Şuradaki ağacın beş yüz yaşında olduğu ve hatta Borgias tarafından dikilmiş olabileceği söyleniyor. Bunca yıldır bu bahçede durduysa, dışarıdaki dünyada onlar için endişelenecek ne var ki?
Böylece şehrin tenis kulübü oyuncuları, İtalyan Yahudileri için yasaklanan tenis kortu yerine Finzi Continilerin Bahçesi’nde oynamaya başlıyor.

Bahçeyi bize sunarken, De Sica ilginç bir görsel strateji kullanıyor; bizi hiçbir zaman tamamen görsel olarak yönlendirmiyor. Bu yüzden genel boyutunu ve şeklini bilmiyoruz. Diğer taraftan da Micol’un övdüğü kadar bahçeye güvenemiyoruz. Çünkü nerede başladığını, ne zaman biteceğini bilmiyoruz. Tanımlanmamış bir alanın içinde olmak huzursuz bir duygu, özellikle faşizm çok yaklaşmışsa, saklanmanız ya da koşmanız gerekiyorsa…
Filmin tüm dokusu rüya efekti gibi. Ennio Guarnieri’nin* yemyeşil sinematografisi, dışarıdaki sert rüzgarın Finzi Continilerin Bahçesi’nde esmediğini fark ettirecek şekilde yumuşak ve inanılmaz aydınlık bir pus kullanıyor. Bu aydınlık sahneler filme göz alıcı ama çoğu yerde melankolik bir hava katıyor.
İtalya’da Faşizm ve Romantizm anlatısı
Ailenin devamlı ziyaretçisi, Giorgio küçüklüğünden beri Micol’a aşıktır. Micol bunu fark etse de, film boyunca onu reddeder. Ardından da, etrafında Yahudi olmayan tek insanla, genç bir komünist olan Malnate ile ilişkiye başlar. Giorgio ise neredeyse her sahnede, Micol’un kendisine sevgiyle gelmesini bekliyor. Ama bu olmuyor. Çünkü Micol, bir buzlar kraliçesi gibi. Giorgio’nun kalbinin ve şehrinin paramparça olmasını izliyoruz. Filmdeki genç insanlar aşkla ilgili yanılsamalarla dolu. Hevesle başlarını döndürecek bir aşk bekliyorlar ama hikayeleri böyle ilerlemiyor.
Bu yanılsama, onlara faşizmin sonuçlarını inkar etmeleri kadar acı veriyor.
Giorgio’nun babası** Finzi-Continiler için şöyle diyor: “Farklılar. Yahudi bile görünmüyorlar.” Farklılar çünkü zenginlik ve ayrıcalık içindeler. Kasabadaki diğer Yahudiler, Mussolini’nin fermanlarına çeşitli şekillerde tepki gösteriyor: Giorgio öfkeli; babası felsefi. Ancak Finzi-Contini ailesi, neler olduğunu bile bilmiyor ya da daha kötüsü umursamıyor gibi görünüyor. Kabul etmedikleri gerçeklerin, onların bahçesinden girebileceklerini tahmin etmiyorlar ve sürekli bekliyorlar. Savaşın biteceği, bahçelerinden çıkabilecekleri, daha zengin, daha mutlu olabilecekleri zamanları…
Çoğu izleyicinin kafasında basit bir soru en üstte olacak. Neden ailenin en azından bir üyesi toparlanıp trene binmiyor ve dışarı çıkmıyor? Zengin Finzi Continilerin taşınacak araçtan yoksun olduğu söylenemez.
Yapmamalarının nedeni, durmak üzere oldukları konusunda ısrar ediyorlar. Ailenin tarihinde ya da yaşam deneyimindeki hiçbir şey onları psikolojik olarak böyle bir hareketin gerçeğine hazırlamamış.
Vittorio De Sica, Finzi Continilerin Bahçesi’nde Mussolini döneminin başlarında Yahudilerin ve İtalyan halkının yaşadıklarını gösterirken, gelecekte olacaklara karşı nasıl pasif kaldıklarını anlatıyor. Orta sınıf insanın pasifliği ve kurallara uyuşu, sonradan başına geleceklerin ne olacağını görememesinin sonuçlarını gösteriyor. Ancak süreç ilerliyor ve aile için beklenmeyen durumlar kolaylıkla kabul edilir hale geliyor. Güçlü kişiler ve aileler birer birer güçsüzleştiriliyor. Onlara asla bir zarar gelmeyeceğini düşünseler de…
Sonunda, Faşist yetkililer ortaya çıkıyor ve onları Auschwitz’e toplama kamplarına sürüyor. Finzi Continiler, hayatta öğrendiklerinin ve başlarına gelenlerin tezatlığıyla katliamlarına gitmek için her zamanki gibi zarifçe sıraya giriyorlar. Basit, güzel ama tamamen trajik bir son.
Bu filmin bir kitaba dayandığı kısa süre içinde tahmin edilebiliyor aslında. Çok fazla karakter var ve hiçbiri gelişmiyor. Çok fazla olay örgüsü noktası var, ama hepsi akıp giderken izleyiciye o kadar da heyecan vermiyor.
Finzi Continilerin Bahçesi, İtalya’daki faşizm ve romantizm tasviriyle 1971 En İyi Yabancı Film Akademi Ödülü’nü kazandı. Ben; sebep olarak, Anti-Semitizm ve aşk hikayesinin her durumda kazanabilmesi demek istiyorum. Çünkü yönetmen Vittorio De Sica’nın sınıfsal eleştirisinden daha ileri gidemiyoruz. Oysa kendisinin gerçekçi klasikleriyle karşılaştırınca -Kaldırım Çocukları, Bisiklet Hırsızları- benim için bu film çok daha aşağıda görünüyor.
Filmin kesinlikle tatlı ve gerçekten etkileyici sahneleri var, ancak büyük bir yönetmenin zararsız, oldukça unutulabilir ve ilhamsız bir çabası. Bu yüzden de, en unutulabilir yabancı Oscar ödüllü filmlerden biri olarak Akademi sayfalarında kalmış.
*Ennio Guarnieri, filmin görüntü yönetmeni.
**Filmle ilgili ilginç bir detay! Kitabın yazarı Giorgio Bassani, filmi reddetti. Filmin; romanda pişmanlık duymayan, sempatik olmayan ve faşist kalan Giorgio’nun babasını ‘daha sevimli’ tasvir etmesi nedeniyle. Filmde Giorgio’nun babası Yahudi bir Faşist Parti üyesi. Kitaptaki esas senaryonun aksine filmde Faşist Parti üyesi baba öğüt veren, anlayışlı, felsefi biri.
Giorgio Bassani’nin 1962 tarihli otobiyografik romanının bu uyarlamasına eleştirel yanıtlar büyük ölçüde olumluyken yazar filmi kınadı ve daha sonra senaryoya olan katkısını reddetti.
Diğer film incelemelerimizi okumadan geçmeyin!