Beş Filmiyle Xavier Dolan
8 min read
Kimdir Xavier Dolan?
Kanadalı yönetmen Xavier Dolan ilk uzun metrajını daha sadece 20 yaşındayken çekti. Kariyerine bu kadar erken yaşta başlayan Dolan, bunu yeteneğinin yanı sıra finansal imkanlarına da borçlu. Çocuk oyunculuktan kazandığı parayla ilk filminin büyük bir kısmını kendi finanse etti. Şu an 31 yaşında olan Dolan çoktan sekiz tane uzun metraj filme imza atmış bile. Bu çoğu yönetmenin bütün ömründe çektiği film sayısına hatta belki daha da fazlasına bedel. Filmleri Cannes’da gösterildi ve 2016 yılında Alt Tarafı Dünyanın Sonu filmi ile Cannes Festivali Büyük Ödülü’ne de layık görüldü. Kanada ve Fransa arthouse sektöründe kendine oldukça iyi bir isim yapmış olan yönetmen son filmleriyle yavaş yavaş uluslararası marketlerde de bilinirlik kazanmaya başladı. Ayrıca filmlerinin çoğunda kendi de büyük rollerde oynadığı için sima olarak da seyircinin aşina olduğu bir yönetmen. Bugün sizler için Dolan’ın beş filmini ve filmlerindeki en belirgin temalardan bazılarını inceledik.
Cesur Bir Başlangıç:
J’ai Tué Ma Mère ( 2009 ) – Annemi Öldürdüm

Xavier Dolan’ın ilk uzun metraj filmi. Dolan filmi “yarı otobiyografik” bir film olarak tanımlıyor. Çocuğunu baba figürü olmadan yetiştirmeye çalışan bir anne ( Anne Dorval ) ve oğlunun ( Xavier Dolan ) arasındaki çalkantılı ilişkiyi mercek altına alan bir film. Filmin belki de en etkileyici yanı Dolan’ın konuya ciddi bir soğukkanlılıkla yaklaşabilmesi. Senaryosunu 16 yaşında yazmaya başladığını söylemesine rağmen hikayenin hiç bir yerinde karakterler karikatürize edilmemiş. Ne anne figürü “mutlak kötü” olarak gösterilmiş ne de oğlan figürü “ergen, bencil” olarak gösterilmiş. Konuyu kendi yaşamından almış birinin senaryosuna bu kadar objektif bakabilmesi filme ayrı bir seyir zevki katıyor. Dolan’ın karakteri annesine olan duygularını çektiği videolarla seyirciye açıklıyor. Fakat bu açıklamaların sübjektif bir bakış açısından da çekildiğinin farkındayız. İki tarafı da yücelten veya haklı gösteren bir tutum yok. Peki böyle bir durumda hangi karakter haklı? Kimse, işin güzelliği de burada. Onarılması imkansız gibi gözüken bir anne oğul ilişkisininin raydan çıkışını ve sonra yavaş yavaş düzelmesini izliyoruz.
Filmde Dolan’ın gençliğinden de kaynaklanan bir enerji var. Karakterler ateşli tartışmalara giriyor, sahnelerin arkasında hareketli parçalar çalıyor ve kamera sabit durmuyor. Yönetmenin bu filminde kullandığı teknikleri daha sonraki filmlerinde de geliştirerek kullandığını görebiliyoruz. Dolan’ın ilk uzun metrajı olduğundan bazen geri planda kalan bir film olsa bile yönetmenin filmlerini keşfetmek isteyenler için oldukça iyi bir başlangıç.
Aşk Nedir Ne Değildir 101:
Les Amours Imaginaires/Heartbeats ( 2010 ) – Hayali Aşklar

Dolan ikinci uzun metraj filminde aile ilişkilerinden ( kısa bir süreliğine ) uzaklaşıp merceğini romantik ilişkilere çeviriyor. Daha doğrusu, romantik gözüken ilişkilere. Ana karakterlerimiz iki yakın arkadaş olan Marie ( Monia Chokri) , Francis ( Xavier Dolan ) ve aralarına aniden giren yakışıklı Nicholas ( Niels Schneider ). İlişkileri bir arkadaşlık gibi gözükse de iki tarafın da asıl hedefi Nicholas’la beraber olmak. Bu noktada şunu söylemek gerekir ki filmin orijinal ismi filme çok daha fazla uyuyor. İngilizceye Kalp Atışları olarak çevrilen filmin asıl ismi Les Amours Imaginaires. Yani Hayali Aşklar. Bu da karakterler arasındaki ilişkiyi tek cümlede açıklıyor aslında. Ortada aşık insanlar yok, obsesifliklerini aşk sanarak Nicholas’ın peşinden koşan iki kişi var sadece. Filmi romantik komedi beklentisiyle izlemek hayalkırıklığına uğratabilir. Romantik komedi olmadığını bilerek bakıldığında ise karakterlerin düştüğü gülünç durumları izlemesi oldukça keyifli.
Altını çizmek gerekir ki bu Dolan’ın şu ana kadarki en stilistik filmlerinden biri. Önemli sahnelerin ağır çekim kullanması, kullanılan parlak renk paletleri ve kamera açıları filmi konusu dışında da izlemek için bir sebep sunuyor. ( Bahsedilen sahnelerden birini buradan izleyebilirsiniz. )
“Kare Film mi Olurmuş?”
MOMMY ( 2014 )
Xavier Dolan’ın tekrar ana-oğul ilişkilerini işlemeye döndüğü film. Fakat Dolan bu filmde çıtayı yükseltiyor. Tekrar ‘anne’ rolüne dönen Anne Dorval bu sefer finansal zorluklarla boğuşan bir kadın. Oğlu Steve ( Antoine Olivier Plion ) ise saldırganlığa kaçan hiperaktivite bozukluğu olan ve ıslahevinden yeni çıkmış bir genç. Konuya dahil olan komşuları ( Suzanne Clément ) ise konuşma bozukluğu olan bir öğretmen. Yani J’ai Tué Ma Mère’e kıyasla bu filmdeki karakterler daha uçlarda, hayatları daha ekstrem.

Bu filmi ilk izlemeye başladığınızda filmle ilgili bir şeyi garip bulabilirsiniz. Filmin neredeyse tamamı 1:1 formatta çekilmiş. Yani kadraj filmin büyük çoğunluğunda kare şeklinde, karakterlerin etrafındaki dünyayı tamamen görebilmemiz neredeyse imkansız. Dolan bunu “karakterlerimin duygularını tüm yoğunluğuyla aktarmak istedim” diyerek gerekçelendirmiş ama bu formatın hikaye için bir işlevi daha var. Karakterler tabiri caizse ne zaman “rahat bir nefes” alsa format genişliyor, olayları geniş çerçeveden izlemeye başlıyoruz. Sorunlar arttığında kadraj daralıyor, karakterlerin bunalımını biz de görsel olarak takip edebiliyoruz. Alışılmadık olduğundan gözü yoran bir format olsa da hikayeye kattığı katmanlar için incelemeye değer. ( Ayrıca mobil cihazlardan izlemek isteyenler için de ideal formatta 🙂 ) Dolan bu sefer filminde tamamen sahne arkasında kalmayı tercih etmiş olsa da şahin gözlü seyirciler yönetmenin kendisine ayırdığı kısacık cameo’sunu da eminim ki fark edeceklerdir.
Gerilim Sevenler İçin:
TOM À LA FERME – TOM ÇİFTLİKTE 2013

Dolan’ın bir tiyatro oyunundan uyarladığı ilk filmi. Senaryosunu birlikte yazdığı Michel Marc Bouchard aynı zamanda oyunun da yazarı. Dolan bu filmde alışık olduğu dram türünden biraz uzaklaşıp seyirciye psikolojik gerilim sayılabilecek bir film sunuyor. Tom ( Xavier Dolan ) erkek arkadaşını kaybetmiş genç bir reklam editörüdür. Sevgilisi Guillaume’ın cenazesine katılmak için ailesinin yaşadığı çiftliğe gider. Öğrenir ki annesinin ölen oğlunun cinsel eğilimine dair bir bilgisi yoktur ve Guillaume’ın kardeşi Francis ( Pierre-Yves Cardinal ), Tom’u gerçeği söylememesi için tehdit etmeye başlar. Francis ilk günden Tom’u sıkıştırır, sözlü ve fiziksel saldırılarda bulunur. Cenazeden sonra da çiftlikten ayrılmasına izin verilmeyen Tom yavaş yavaş dış dünyadan soyutlanarak kendini çiftlikteki hayata kaptırmaya başlar. Bir yandan Francis’in saldırgan hareketleriyle baş etmeye çalışırken öbür yandan da sevgilisinin yasını tutmaya çalışır. Bunu yapması çok zordur çünkü kendi ağzından dediği gibi Francis ölen sevgilisinin fiziksel bir kopyası gibidir.
Film yavaş ilerliyor, karakterler ve mekanlar oldukça sınırlı. Buna rağmen ( hatta belki de bunun sayesinde ) filmin gerilim sahneleri daha etkili, daha tüyler ürpertici bir hal alıyor. Francis’ten gerçekten korkabiliyoruz ve bardaki sahnede olanları duyunca şaşırmıyoruz bile. Yaklaşık 100 dakikalık süresiyle de her dakikasını değerli kullanıyor, her sahne olay örgüsünü ilerletmek için ustaca kullanılmış. ( Devamı için minik bir SPOILER uyarısı ) Filmin tek sıkıntısı baş karakteri Tom’un düşünce yapısını asla tam olarak incelememesi. Tom çiftlikte kalmayı niye kabul ediyor? Bir iki defa ayrılmaya çalışsa da asla yeteri kadar uğraşmıyor. Kendisi Stockholm sendromu geliştirmiş bir rehine mi yoksa eski sevgilisine benzettiği Francis’ten uzaklaşamayan biri mi? Filmin bunu asla tam olarak açıklamaması olayı seyircinin hayal gücüne bırakıyor olmasıyla birlikte aynı zamanda çoğu gerilim/korku filminde görülen “Neden sadece kaçmıyor ki?” sorusunu da bazı seyircilere sordurabilir.
Francis’in saldırgan yapısının kasabada bilinmesine hatta bunu kendisinin de rahatça sahiplenebilmesine rağmen kimse tarafından ciddi olarak cezalandırılmamış olması da ayrı bir merak konusu. Yine de Hitchcock filmlerini aratmayacak bir atmosferi olan bu film Dolan’ı keşfetmek isteyenler için mutlaka izlenmesi gereken filmlerden biri.
“Bana Şöyle Oyuncu Kadrosu Sağlam Bir Dram Lazım”:
JUSTE LA FIN DU MONDE – ALT TARAFI DÜNYANIN SONU 2016

Jean-Luc Lagarce’ın oyunundan uyarlanan film Dolan’ın altıncı uzun metrajı. Filmde Louis ( Gaspard Ulliel ) ölümcül bir hastalığa yakalanmış genç bir yazardır. 12 yıldır ailesinden uzak yaşayan Louis kötü haberi vermek için ailesini ziyarete gider. Oyuncu kadrosunda Léa Seydoux, Vincent Cassel, Marion Cotillard ve Nathalie Baye gibi ünlü isimler de mevcut. Filmin diyalogları oyuna sadık kaldığından, uzun ve zaman zaman anlaması zor. Yakın planların oldukça sık kullanıldığı filmde odak her zaman oyuncuların performansında. Dolan’ın bu filminde hareketli kamera kullanımı, enerjik şarkıların kullanıldığı montajlar yok. Bas bas bağıran karakterler de yok. Sadece ölmek üzere olan bir adam ve ailesi var. Eski filmlerine kıyasla bu filmde bir olgunluk olduğundan da bahsedilebilir.
Diyalogların nüanslı yapısı karakterlerin kelimelerinin arkasındaki anlamı gizliyor. Öyle ki bir iki defa izlenip karakterler hakkında farklı kanaatlere varmak mümkün. Ailesinin bazı üyeleri Louis’in kötü haber getirmeye geldiğini sezip onu engellemek için ellerinden geleni yapıyorlar mı yoksa on iki yıldır görmedikleri Louis’i nasıl karşılayacaklarından emin değiller mi? Bunun gibi birçok soru sormak mümkün. Filmin bu kadar açık uçlu olmasını beğenip beğenmeyeceğiniz ise size kalmış. Zaten bu yüzden olsa gerek ki Dolan’ın filmleri arasından en tartışmalı olan bu. Eleştirmenler arasında kimisinin “zaman kaybı ve Cannes’daki en zayıf film” olarak adlandırdığı filmi bazıları ise “Dolan’ın şu anki en başarılı filmi” olarak niteledi. Spoiler vermeden yazmak gerekirse ise bence filmi ‘ortalama’ bir film olmaktan çıkartıp ‘ortalama üstü’ yapan sahne kesinlikle final sahnesi. İlk defa Dolan filmi izleyecekler için en iyi tercih olmasa da konunun derinliği ve oyunculuklar için kesinlikle kaçırılmaması gereken bir film.
Yönetmen tanıtımlarımızın devamına buradan ulaşabilirsiniz.
‘Laurence Anyways’ filmi hakkında yorumlarınızı da merak ediyorum.